HUZURLU BİR HAŞMET, OSMANLI PADİŞAHLARINI YÜCELTEN MAKAMLAR
İSTANBUL CAMİLERİ
“İstanbul’un Osmanlı dönemi camileri huzurlu bir haşmetin, muhteşem bir sadelikle ruhu yücelten aynı zamanda kusursuz bir zarafetin İslam dünyasına hediyesidir. Selatin camileri sultanların gücünü gösterir” diyen İstanbul ve kültür aşığı Ahmet Nadir Utkan ile birlikte Osmanlı Camilerini gezip, sizlere aktarmaya çalıştık.
Osmanlı dönemi İstanbul Cami Mimarisine geçmeden önce, Osmanlı Mimarisi hakkında özetle bilgi aktarımı gereklidir. Osmanlı mimarisi, köklerini eski Türk Mimari geleneğinden alır. Ancak, Osmanlılar eski Türk mimarisini yeni buluşlarla geliştirdiler; diğer Türk devletleri mimarisinden çok farklı bir mimari meydana getirdiler. Özellikle XIV ve XVI. Yüz yıllarda yapılan eserlerde bu gelişme açıkça görülür. Osmanlı sanatı, Selçuklu sanatından daha sade ve aşırı süsten uzak, fakat çok daha estetik bir sanattır.
Osmanlı’da camiler, halkın toplu olarak ibadet etmesi için yapılan binalardır. Osmanlı devri camileri büyük, orta ve küçük olmak üzere üçe ayrılır. Padişahlar tarafından yaptırılan büyük camilere “Selâtin Cami”, vezirler ve devlet adamları tarafından yaptırılan orta büyüklükteki camilere yaptıranın ismine izafeten sadece “Cami” ve küçük olanlara da “mescit” adı verilir. Mescit günlük beş vakit namazların kılındığı yerdir. Cuma namazı kılınmadığından bunların “minberi” yoktur.
SULTANAHMET CAMİİ
Sultanahmet meydanında yer alan caminin bulunduğu alan, Bizans döneminde Hipodrom, Osmanlı döneminde Atmeydanı adını taşıyordu. Yapının mimarlığına Sedefkar Mehmet Ağa getirildi. 1609’da I. Ahmet’in katıldığı bir törenle caminin temeli atıldı. Gerçekte bir külliye olan yapı 1616’da I. Ahmet tarafından ibadete açıldıysa da I. Ahmet’in ölümünden sonra 1617’de tamamlandı.
Mimar Sedefkar Mehmet Ağa yapılar topluluğunun planını Mimar Sinan’ın klasik mimarlık üslubunu dikkate alarak oluşturdu. Cami merkezde yer aldı. Ayasofya’nın tam karşısında yer aldığı için en az onun kadar görkemli olmasına özen gösterildi. Özellikle iç süslemeleriyle, çinileriyle göz kamaştırıcı bir görünüme büründü. Ana mekan 64x72 metre, yükseklik 43 metre, kubbe 33.6 metredir. Ana kubbe 5 metre çapında yivli dört sütuna ve yanlarda sivri kemerlerin taşıdığı yarım kubbelere oturur. Köşelerde de dört yarım kubbe vardır. Yapının aydınlığını, beş sırada yer alan 260 pencere sağlar. Tüm duvarlar ağırlıkta mavi-beyaz, firuze, yeşil İznik çinileriyle kaplıdır. Mermer mimberi ve işlemeli mermer mihrabı ile sol köşede yer alan hünkar mahfili zengin sedef süslemelerle bezelidir. Mihrabın iç kesimi çok güzel çiçek motifli çinilerle kaplıdır. Ayasofya yönüne bakan kesiminde medrese bulunur. Orta avluda revaklarla çevrili odalar yer alır.
SÜLEYMANİYE CAMİİ
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. İnşaatına Haziran 1550’de başlanan cami, Ekim 1557’de tamamlanmıştır. Meşhur bir rivayete göre; bir kutlu gecede Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Rasülullah Efendimizi görür. Sultan Süleyman ve Peygamber Efendimiz Süleymaniye’nin inşa edildiği yaklaşık 70 dönümlük arazinin bulunduğu tepeye gelirler Peygamber Efendimiz bizzat gösterir: “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun...” Kanuni Sultan Süleyman uyanınca, şükreder ve hemen Mimar Sinan’ı çağırtır. Sinan’ı hiçbir açıklama yapmadan, büyük bir heyecanla rüyada gördüğü yere götürür. Kanuni: “Buraya bir cami, bir külliye yapacağız.” diye söze başladığında; Mimar Sinan söze karışır: “Sultan’ım, mihrabı burada, minberi burada olsun...” Sultan Süleyman şaşırır: “Sinan, sen bu işten haberli gibisin?” Büyük mimar cevap verir: “Sultan’ım sizin dün geceki kutlu ziyaretinizde ben de iki adım gerinizde geliyor idim.” Bu rivayet doğru mudur, temenni midir bilmiyoruz.
63x69 metre ebadında olan caminin kubbe yüksekliği 53, kubbe çapı ise 26,5 metredir. Yaklaşık 30’ar ton oldukları hesaplanan 4 fil ayağı toplam 8 bin ton yükü temele iletmektedir. Mimar Sinan bunları dinin dört direği; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye armağan olarak sunmuştur. Caminin dört minaresi İstanbul’da yaşamış ilk dört sultanı; Fatih, 2. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanûnî ’yi; minarelerdeki on şerefe de 10 padişahı temsil etmektedir. Ayaklardan ikisi İstanbul’daki eski Bizans Sarayı’ndan ve Kıztaşı’dan, biri Baalbek’teki Jüpiter Tapınağı’ndan, diğeri de Mısır’ın İskenderiye kentinden getirtilmiştir.
Süleymaniye’nin bitirilişine kadar, birçok inşaat tekniğinin kullanıldığını görüyoruz. Mimar Sinan ordudayken tecrübe ettiği zemin mekaniği tekniklerini caminin temel inşaatında uygulamıştır. Temeli kazıldıktan sonra 3 veya 4 yıl beklemeyi ve zemini sıkılaştırma tekniklerinden biri olan kazık uygulamasını da görmekteyiz. Süleymaniye’de uygulanan başka bir metot, drenaj tekniğidir. Su yalıtımı ve temelden suyun uzaklaştırılması çok önemlidir.
EYÜP SULTAN CAMİİ
İstanbul’da Eyüp semtinin merkezinde Haliç kıyısında bulunan Eyüp Sultan Camii, tarihi ve manevi açıdan önemlidir. Etrafındaki mezarlıklarla da dikkat çeken Eyüp Sultan Camii’nin bir özelliği de başka hiçbir camide bu kadar çok kabir, türbe ve lahitin iç içe geçmemiş olmasıdır. Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında Ebu Eyüp El Ensari’nin türbesini yaptırdıktan 5 yıl sonra 1458 tarihinde Eyüp Sultan Camiini yaptırarak ibadete açtı. Camiye ilave olarak bir medrese, bir hamam, bir imaret ve bir çeşme imar edilmişti. Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı camii ve diğer eserler zamanla meydana gelen depremler ve diğer afetler neticesinde harap olmuş sadece hamam ve türbe yapıldığı şekliyle günümüze kadar gelmiştir. Sultan 3. Selim caminin tamamen yıktırılarak yerine yenisinin imar edilmesini istedi. Temeli 1798 yılında atılan cami Mimar Uzun Hüseyin Ağa nezaretinde 28 ay gibi bir sürede tamamlandı ve 1800 tarihinde bizzat sultan tarafından ibadete açıldı. Caminin harem avlusu ve içinde bulunan şadırvan, imam-hatip, müezzin-kayyum ve türbedar odaları, muvakkithane, hünkâr mahfiline giden rampalı merdiven ve onun devamı olan ahşap asma kat gibi günümüze kadar gelen kısımlar da yine 3. Selim tarafından caminin yeniden yapılışı sırasında ilave edilmiştir.
Planı bakımından sekiz payeli camiler grubuna giren Eyüp Sultan Camii dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Cami harimi altısı yuvarlak kesitli payeler, ikisi kıbledeki mihrap çıkıntısının köşeleri olmak üzere sekiz destek üzerine oturtulmuştur. 17.50 metre çapındaki merkez kubbe bu sütunlar üzerine oturtulmuştur. Ana kubbenin köşelerinde ise dört küçük kubbe vardır. Bu durum, Mimar Sinan’ın bazı eserlerinde kullandığı sistemin burada son uygulanışını gösterir. 1733 yılına kadar tek şerefeli olan cami minarelerine bu tarihten sonra birer şerefe daha eklendi. İlk imarı olan 1458’den sonra çokça tamir gören cami mihrabındaki altın yaldızla kaplanmış süslemeler dikkat çekicidir. Camii minberi ise mermerden yapılmış olup motiflerle bezenmiştir.
FATİH CAMİİ
Fatih ilçesinin adını aldığı Fatih Camii, Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet Hanın bizlere bıraktığı en önemli eserlerin başında gelmektedir. Caminin ilk inşasından bugün sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, şadırvan, tac kapı, mihrap, birinci şerefeye kadar minareler ve çevre duvarının bir kısmı kalmıştır.
Fatih Camii'nin ilk yapımında, cami alanını genişletmek için duvarlar ve iki ayak üzerine bir kubbe oturtulmuş ve bunun da önüne bir yarım kubbe ilave edilmiştir. Böylelikle 26 metre çapındaki kubbe bir yüzyıl boyunca en büyük kubbe niteliğini korumuştur. Caminin ikinci defa yapılışında payandalı camiler planı uygulanarak küçük kubbeli sivri bir bina meydan getirilmiştir. Şimdiki durumda, merkezi kubbe dört fil yağına oturmakta ve bunu dört yarım kubbe çevrelemektedir. Mihrabın sol tarafından, türbe yanından geniş bir rampa ile girilen Hünkar mahfili ve odalar bulunmaktadır. Mimar Mehmed Tahir Ağa camiyi tamir ettiği sırada eski camiden kalan klasik parçalarla yeniden yaptığı barok parçaları iyi bir şekilde birleştirdi. Caminin alçı pencereleri son devirlerde harap olduğundan adi çerçevelerle değiştirildi. Avlu kapısının yanındaki yangın havuzu Sultan İkinci Mahmud tarafından 1825 yılında yaptırıldı.
Evliya Çelebi'nin ''Seyahatnamesi''nde yer alan hikaye şöyle: ''Kutlu fethin sultanı şöhretine uygun bir cami beklemektedir. Ancak cami inşası tamamlanınca gördüğü yapı kendisini öfkelendirir. Atik Sinan'ı yanına çağırır ve mimar başını azarlar, 'Benim camimi niçin Ayasofya kadar yüksek etmeyip bir Rum haracı değer sütunlarımı üçer arşın kesip Ayasofya'dan alçak ettin?' diye sorar. Mimar başı da 'Padişahım İstanbul'da zelzele çok olur, yıkılmasın diye iki sütunu iki arşın kesip Ayasofya'dan alçak ettim' diye özür dileyince, Fatih, 'Özrü cürmünden şiddetlidir' diyerek mimarbaşının iki ellerini bileklerinden kestirir.'' Atik Sinan daha sonra kadı efendiye başvurarak adalet isteyecek ve görülen mahkeme sonunda Fatih Sultan Mehmet, mimar başının ailesine bakmakla görevlendirilecektir...”
RÜSTEM PAŞA CAMİİ
Eminönü’nde bulunan cami İstanbul’un siluetini oluşturan en önemli yapılardan biridir. Yüksek bir platform üzerine oturtulmuştur ve kıyı siluetine egemen bir konumda inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın ünlü eserlerindendir. Cami Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra, 1561’de Hürrem Sultan tarafından tamamlanmıştır. Rüstem Paşa Camii, Osmanlı mimari tarihinde olağanüstü güzellikteki çini kaplamalarıyla tanınır. Türkiye’nin en zengin çini koleksiyonu bu caminin duvarlarında yer alır. Bu değerli çinilerin bir kısmı çalınmıştır. Cami, tek minareli, etrafını çevirmiş sıra dükkanların, depoların üzerinde yükselen merkezi planlı yapıdır. Şehrin en aktif ticari merkezinde arka sırtlarda yükselen Süleymaniye Camisi ile birlikte eşsiz, güzel bir manzaradır. Dükkanların üzerinde yer alan camiye iki yandaki döner merdivenler ile ulaşılır. Avlu entresan mimariye sahip, küçük bir teras olup beş küçük kubbe ile örtülür. Merkezi kubbe karşılıklı 4 duvar payesi ve yanlardaki ikişer sütün üzerinde yükselir.
Oradaki büyük kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir. Eteğinde 24 pencere bulunan büyük kubbenin kemerleri, sekiz köşeli dört fil ayağına dayanmaktadır. Mimberi ve mihrabı mermerdir. Son cemaat yeri 6 sütun ve 5 kubbelidir. Tek şerefeli minaresi yıkılan orijinalinin yerine yapılmıştır. Giriş cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, devrinin en meşhur İznik çini örnekleri ile süslüdür. Çiniler geometrik, yaprak ve çiçek motifleri ile dekorlu olup renkli çiçek bahçesini anımsatır.
BEYAZIT CAMİİ
Beyazıt Camii Sultan II. Beyazıt tarafından 1505 yılında yaptırılmış ünlü bir camidir. Cami, medrese, hamam, kervansaray, tabhane ve sıbyan mektebinden müteşekkil olan külliyenin mimarının kim olduğu tam olarak netlik kazanmış olmasa da son dönemlerde yapılan araştırmalarla birlikte ise Yakupşah bin Sultanşah isminin ön plana çıkmaya başladığı görülür. İstanbul’da orijinalliğini koruyan en eski selatin camii olarak kabul edilir. II. Bayezid’in mezarı, caminin haziresinde bulunur.İstanbul’un fethinden sonra şehre kurulan ikinci büyük selatin cami idi. Şehirdeki ilk selatin camii olan Fatih Camii orijinalliğini kaybettiğinden İstanbul’da orijinalliğini koruyan en eski selatin camii olarak kabul edilir. Cümle kapısında Şeyh Hamdullah’ın yazdığı kitabeye göre 1501-1506 yılları arasında beş yılda tamamlanmıştır.
Caminin içerisinden bir kesit dört ayaküstüne oturulmuş 16.78 metre çapında bir ana kubbesi, kuzey ve güneyde iki yarım kubbe ile desteklenir. Ana kubbesinde yirmi, yarım kubbelerde yedişer pencere bulunur. Caminin 24 kubbeli revaklarla çevrilmiş kare biçiminde bir cemaat avlusu bulunmaktadır. Avlu zemini mermer döşelidir ve ortasında şadırvan bulunur. Avlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans’tan kalma malzemenin yeniden işlenmesiyle elde edilmiştir. Avlu mermerleri arasında geniş kırmızı porfir taşı levhalar vardır. Doğusu ve batısında beşer kubbe ile örtülü iki tabhanesi (kanat) olan camii, tabhaneli (kanatlı) yapıların son örneği kabul edilir. Caminin mihrab tarafında, sağda ve pencere hizasında oğlu Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış Sultan Bayezid türbesi bulunur. Yine Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı solundaki türbede kızı Selçuk Hatun da yatar; Koca Mustafa Reşit Paşa`nın mezarı da burada bulunmaktadır.
ŞEHZADE CAMİSİ
Mimar Sinan’ın dehasındaki ana devirler olan üç abide eserin ilk basamağı kabul edilen cami, 1544- 1548 yılları arasında dört yılda tamamlanmıştır. Mimar Sinan, yarım kubbe problemini ilk defa ele aldığı bu camide dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirip, Rönesans mimarlarının rüyasını gerçekleştirmiştir. Kare planlı olan camii, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür. Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır. Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur.
Şehzade Caminin en dikkat çeken bölümlerinden biri de cümle kapısı duvarının, iki yanındaki ikişer şerefeli çift minaresidir. Kubbe çapı 19 metre, kubbenin zeminden yüksekliği 37 metredir. Avlusu, Osmanlı mimarisinde bulunan en dengeli ve güzel avlulardan biri sayılan camii, dış profilindeki yüzey bezemeleriyle de dikkat çekmektedir. Şehzade Camii ile birlikte, Osmanlı mimarisinde dış cephede ilk kez revak kullanılmıştır. Şehzade Camii, bugün bile yeni camilerin yapımında ilham vermeye devam etmektedir. İmaret, medrese ve türbeler cami bahçesinde ve arka sokaktadır. Külliye Osmanlı mimarisinin en güzel mezar taşlarından biri olan bu türbede bilinçli bir bezeme endişesi görülür. İçi rengârenk çinilerle dolu olan türbenin içinde ortadaki sandukada Şehzade Mehmed, sağında Şehzade Cihangir yatmaktadır. Şehzade Mehmed’in sandukasının üstüne ağaçtan bir taht yerleştirilmiştir. Şehzade türbesinin sol tarafında Rüstem Paşa’nın türbesi bulunur. Diğer şehzade türbeleri Vefa tarafındadır. Dış avluda İbrahim Paşa ile Destari Mustafa Paşa'nın türbeleri vardır.
ORTAKÖY CAMİİ
Beşiktaş’ta Ortaköy İskelesi’nde ve Boğaziçi’nin Rumeli yakasında yükselen 19. yüzyıl camilerindendir. Cami, Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan’a 1853 yılında inşa ettirilmiştir. Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı Barok mimarisinin güzel örneklerindendir. Ortaköy Camii, 1894 gerçekleşen depremden sonra minaresinin külah bölümü yeniden düzenlenmiş; 1960 yılında göçme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılınca temel güçlendirmesi yapılmış ve 1984 geçirdiği yangın felaketinden sonra restore edildikten sonra eski ihtişamına kavuşturulmuştur. Caminin tek şerefeli iki minaresi vardır, mihrap mozaik ve mermerdendir, minber ise somaki kaplı mermer işçiliğidir. Yapının kuzey girişinde, eliptik bir merdivenle çıkılan iki kat üzerine inşa edilmiş yapıysa Hünkâr Kasrı’dır.
Ortaköy Camii, 19. yüzyıldan günümüze ulaşmış ve Boğaziçi manzarasının ana öğelerinden biri olmayı başarmış, barok mimarisinin güzel örneklerinden biridir. İnce ve zarif minareleriyle tanınan cami, karışık uslupta inşa edilmiştir. Tek kubbeli olup, kubbeden kare plana geçişte, istinad kemerlerinin birleştiği köşelerle kubbe arasındaki pandantiflerin dış yüzleri kurşunla örtülüdür. Köşelerde kontrofor kuleleri vardır. Minareler kuzey cephesinde, hünkar dairesinden yükselir. Caminin içi çok güzel olup, bilhassa kubbe tezyinatı fevkaladedir. Caminin içindeki Allah, Muhammed ve ilk dört halifenin (Hulefa-i raşidin) adları, bizzat Sultan Abdülmecid Han tarafından yazılmıştır.
EMİNÖNÜ YENİ CAMİ
İstanbul'da 1597 yılında temeli atılan Yeni Camii, Osmanlı sultanları tarafından yaptırılan büyük camilerin son örneğidir. İnşaata çeşitli nedenlerle ara verildiğinden tam 66 yılda tamamlanmış, yapımında üç ayrı mimar çalışmıştır. Yeni Cami Külliyesi inşasının uzun yıllar sürmesi, farklı mimarların yapıda payının olmasına sebep olmuştur. İlk yapılanmaya Mimar Sinan’ın talebesi Davut Ağa ile başlanmış yapılanmaya Dalgıç Ahmet Ağa’yla devam edilmiş ve tamamlamak yarım yüzyıl sonra Mustafa Ağa’ya nasip olmuştur.
Bu, İstanbul'da deniz kıyısında yapılacak olan ilk cami olacaktı. Yarı bataklık ve yumuşak bir zeminde inşa edilen caminin temelleri, uçlarına demir başlıklar geçirilmiş sert tahta kazıkların üzerine oturtulmuştur. Zemini deniz seviyesinden biraz daha yukarıda (yaklaşık 3 metre) tutulmuştur. İnşaatta kullanılan taşlar Rodos'tan getirildi. Kare planlı Caminin üç şerefeli iki minaresi ve yirmi iki küçük kubbesi olan avlu çerçevesinin; üç farklı yönde, kubbeli üç girişi vardır. Avlunun ortasında, kubbeli ve mermerden bir şadırvan bulunur. Yeni Cami'nin asıl özelliğini, camiye bitişik bir kemer üzerine yapılan ve 17. yüzyıl Türk mimarlığının en güzel örneklerinden biri olan Hünkâr Kasrı (Valide Kasrı) oluşturur.
Caminin ana kubbesi 4 fil ayağına oturtulmuştur. 36 metre yükseklikte ve 17,5 metre çapındaki 24 pencereli ana kubbe beyaz zemin üzerine oturtulmuştur. Cami, selâtini camilerin son örneği olduğu gibi, camiye bitişik Hünkâr Kasrı'nı süsleyen çiniler de Türk çini sanatının en son ve en güzel örnekleridir. Külliye içindeki en göz alıcı mekânlardan biri olan Mısır Çarşısı, bugün hala faaliyette ve eski canlılığını korumaktadır. Külliye türbesi, İstanbul’daki en büyük sultan türbelerinden biri olan Hatice Turhan Sultan Türbesidir ve çevresinde beş Osmanlı padişahının mezarı bulunur. Osmanlı hanedanından birçok kişinin mezarı da bu bölgededir. 47 penceresi olan Türbede; Hatice Turhan Sultan, II. Mustafa, I. Mahmut, III. Ahmet ve IV Mehmet’in sandukaları bulunur. Ayrıca türbe içinde çok sayıda şehzade ve sultanın da mezarı vardır.
DOLMABAHÇE CAMİİ (BEZMİALEM VALİDE SULTAN CAMİİ)
Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanında, sahil şeridinde yer alır. Caminin yapımına Sultan II. Mahmut’un eşi Bezmialem Valide Sultan’ın emriyle 1852’de başlanmış, onun vefatı üzerine yapı, oğlu Sultan Abdülmecit tarafından 1853’de tamamlanmıştır. Camii, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinde birçok esere imzasını atan Nigoğos Balyon tarafından inşa edilmiştir. 1855 tarihinde ibadete açılan caminin belirgin biçimsel özelliği, net bir kurgu ve geometriye sahip olmasıdır. Merkezi kubbeli, kare planlı Dolmabahçe Cami, aynı mimara ait olan Ortaköy Camii ile benzerlik gösterir, yalnız aydınlatma pencereleri ile minare alemleri farklıdır.
Camide öne çıkan mimari yenilik, dairesel pencere dizisidir. Bu dairesel pencere dizisi, dönemin cami ve sivil mimarisinde görülmemiş bir biçimdedir. Alt kesimlerinde yuvarlak kemerli büyükçe pencerelerin açıldığı yüksek duvarların yüzeyi, keskin hatlı, dışa taşkın kornişlerle üç bölüme ayrılmıştır.
Kubbe, klasik mimaride görülmeyen bir özellikle doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuş, yüklenen ağırlıktan duvarların yanlara doğru açılmaması için de köşelere dikdörtgen biçimli yüksek ağırlık kuleleri yerleştirilmiştir. Caminin bünyesinden ayrı tutulan minareler, kasrın iki köşesinde yükselir. İnce uzun formları ve yivli gövdeleriyle dikkat çeken minareler de, şerefe altları akant yaprakları ile bezenmiştir. Zemini iri kırmızı tuğlalarla döşenmiş olan harimin, kubbe içi ve pandantifleri yaldız ve yağlı boya kalem işleriyle tamamen Batı tarzında bezenmiştir. Renkli mermer işçiliği gösteren mihrap ve minberde de, yine klasik çizgiden uzaklaşılarak, birtakım barok bezemelere yer verilmiştir. Beşgen planlı mihrap nişinin üzerinde, değişik tarzda çiçek ve yapraklardan oluşan bitkisel bir süslemeye gidilmiş, kitabe levhasının üstüne de ortası çelenkle taçlandırılmış bir tepelik yerleştirilmiştir.
EDİRNEKAPI-MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Cami ve külliye, Edirnekapı’da yer alır. Yapımı 1562 yılından 1565 yılına kadar sürmüştür. Cami 1719 yılındaki depremden büyük hasara uğrayıp kubbeleri çökmüştür. Yapılan tamirden uzun yıllar sonra yine 1894 yılındaki depremde minaresinin devrilmesi ile son cemaat yerinin kubbelerinin çökmesi ile bir süre öylece kaldıktan sonra 20.yüzyılın başlarında Evkaf Nezareti eliyle onarılmaya başlanmıştır.
Cami, dikdörtgen planı ve fevkanidir. Sinan bu camide yeni bir araştırma ile dört paye üzerine oturan 19 metre çapında ve 27 metre yükseklikteki büyük ana kubbeyi, yanlara doğru kemerlerle açılan, yarı yükseklikte üçer küçük kubbe ile genişletmektedir. Yan mahfirler altışar sütunlu sivri kemerler üzerindedir. Ana kubbe yalnız başına yükselerek, takviye kuleleri arasında üç sıra pencerelerle açılmış, dört ince kalkan duvarı ve dört pandantif kalmıştır. Caminin tek şerefeli kesme taştan yapılmış kurşun külahlı minaresi aslına nispetle daha ince yapılmıştır. Bu bakımdan Sinan devri nispetlerine uymaz. Minarenin kürsü ve pabucu yarıya kadar kalındır. Cami içi iki yüz dört adet penceresi, kalem işi süslemeleriyle, hünkar mahfiliyle, aydınlık ve ferah bir mekana sahiptir.
SOKULLU MEHMET PAŞA CAMİ (KADIRGA)
Üç padişaha da sadrazamlık yaparak Osmanlı Tarihinde önemli bir yer edinen Sokullu Mehmet Paşa’nın İstanbul’da kendi adına yapılmış iki camisinden biri olan bu cami, büyük usta Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden biridir. Cami, 1571-72’de Sokullu’nun adına eşi Esmahan Sultan tarafından yaptırılır. Dış avlusu olmayan caminin mermer taşlı iç avlusuna kuzey kapısından merdivenlere girilir. Avlunun ortasında mermer şebekeli, kubbeli bir şadırvan bulunur. Bu avlunun üç tarafı revaklar ve bunların gerisinde yer alan üzerleri kubbeli 16 medrese odası ile kuşatılmış. Revakları kubbeye bağlayan kemerler, önemli bir mimari tarzı simgeler.
Kubbenin yanlara açılmasını önlemek amacıyla camiin dışına, her ayağın üzerine bir ağırlık kulesi oturtulmuş ve köşelere de birer yarım kubbe eklenmiş. Caminin kalem işleri de oldukça zengin. Özellikle avlu giriş kapısının tavanını kaplayan malakari örnekler, müezzin mahfil tavanı, kapı, pencere kapakları ve kürsü çok ince ağaç işçiliği gösteren mükemmel eserler. Esas girişle avlu kotu arasında 5 metre, avlu kotu ile arkadaki tekkenin avlu kotu arasında 4 metre olan bu arazide bir yapının yerleşmesi son derece ustacadır. Bu da ancak Sinan gibi bir ustanın elinden çıkabilir. Camideki çini ve kalem işi süslemelerinin zenginliği, ahengi kadar mimariyi canlandırması da bir diğer ustalık detayı olarak karşımıza çıkmakta ve Mimar Sinan bir kez daha, bizleri, kendine hayran bıraktırmaktadır .
Ropörtaj & Foto Sinan Demir